Tuesday, June 16, 2009

Çok Doğru Düşünmüşsün

"Üzülerek söylüyorum ki, günümüz futbol anlayışında topun çizgiyi geçmesi başarının kriteri haline geldi."
Ya ne olacaktı sayın başkan?

Sunday, June 14, 2009

A Line for Me and A Line for You


As soon as you sound like him
give me a call
When you're so sensitive
it's a long way to fall

Whenever you need a home
I will be there
Whenever you're all alone
and nobody cares

You're just a poor misguided fool
who thinks they know what I should do
A line for me and a line for you
I lose my right to a point of view

Whenever you reach for me
I'll be your guide
Whenever you need someone
to keep it inside

Whenever you need a home
I will be there
Whenever you're all alone
and nobody cares

You're just a poor misguided fool
who thinks they know what I should do
A line for me and a line for you
I lose my right to a point of view

I'll be your guide in the morning
to cover up bullet holes

As soon as you sound like him
give me a call
When you're so sensitive
it's a long way to fall

You're just a poor misguided fool
who thinks they know what I should do
A line for me and a line for you
I lose my right to a point of view

Saturday, May 30, 2009

Gerets'in Planı

Ligue 1'de sezon bu gece oynanacak maçlar ile tamamlanacak. Olympique Lyon'un 7 senelik saltanatı Bordeaux ya da Marseille tarafından resmen sona erdirilecek. Son haftaya 77 puan ile lider giren Bordeaux, averaj ile küme düşme hattının sadece bir sıra üzerinde bulunan Caen deplasmanına gidecek. Eski dost Eric Gerets'in takımı Marseille ise kendi evinde UEFA Avrupa Ligi'ne katılma ısrarı hâlâ süren Rennes'i konuk edecek. Manzaraya bakınca Eric Gerets'in nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu tahmin etmek güç değil. 2006 yılında başında bulunduğu takım olan Galatasaray ile de Türkiye Süper Ligi'nin son haftasına benzer bir manzara ile girmişti. Lider Fenerbahçe'nin küme düşmemek için mücadele eden Denizlispor deplasmanında takılmasıyla Galatasaray şampiyonluğa ulaşmıştı. Evet, Gerets bu akşam ikinci bir mucizenin peşinde olacak. Aynı şans bir insana iki defa güler mi, göreceğiz.

Thursday, May 28, 2009

FC Barcelona 2008/2009

Çok konuştuk sezon başından beri. Okulda, evde, işte her futbol sohbetinde başı çekiyordu bu sezonun Barcelona'sı... Ronaldinho ve Rijkaard'ın gidişinden sonra halihazırda kötü olan gidişatın itinayla devam etmesi bekleniyordu. Fakat öyle olmadı... Ronaldinho'nun yokluğunda takım Messi üzerine kurulunca ve takımın başına da kulübün efsane isimlerinden biri olan Guardiola getirilince sadece kulüpte değil başta İspanya olmak üzere Avrupa futbolunda seyir değişti. Bu sezon ligde, kupada ve Şampiyonlar Ligi'nde zafere rahatlıkla ulaşmayı başaran ve kimilerine göre şimdiden tüm zamanların en iyi takımı ilan edilen Barcelona'nın mimarlarına biraz göz atacağız şimdi.

Josep Guardiola

Altyapı ile birlikte tam 17 sene kulübün formasını terletti. Sonra İtalya'ya geçti. Brescia ve Roma'da tutunamadı. 2006 yılında Meksika'da futbol hayatını noktaladıktan sonra hiç hız kesmeden antrenörlüğe soyundu. 2007'nin yaz aylarında 13 yaşında girdiği kapıdan içeriye bir kez daha girdi ve Barcelona B takımının başına geçti. Tam bir sene sonra da Laporta tarafından a takımın başına geçirildi. Kulübün efsane isimlerinden biri olabilirdi ama henüz teknik direktör olarak kanıtladığı hiçbir şey yoktu. Fakat kimse futbolcuyken sahip olduğu zekayı teknik direktör olarak da kullanabileceğini düşünmemişti. Orta sahada kuvvetli olmak, topu ayakta tutmak, bol pas ile sonuca gitmek felsefesi oldu. Dünyanın en iyi orta saha oyuncularını kadrosunda bulması ise ekmeğine yağ sürdü. Rijkaard'ın yapamadığını yaptı, takımı yoktan var etti. Takımın başında henüz 365 gün doldurmadan La Liga'da, Kral Kupası'nda ve Şampiyonlar Ligi'nde zafere ulaştı. Barcelona'yı maç başına 3 golün üzerinde bir ortalama ile oynattı. En büyük rakip Real Madrid'e deplasmanda 6 gol birden atıldı. Pep Guardiola teknik direktörlük kariyerinin henüz ilk senesinde Avrupa futbolunun en üst noktasına ulaştı.

Víctor Valdés

Futbola 12 yaşında Barcelona altyapısında ileri uç oyuncusu olarak başladı. Hocaları performansını beğenmeyip Valdes'i üç direk arasında denediler ve başarılı buldular. Bizim Rüştü'nün şanssızlığı onun şansı oldu ve 2003 senesinde A takım kalesini korumaya başladı. 2007'de kulüp tarihinin en uzun süre gol yemeyen kalecisi unvanını ele geçirmiş de olsa sürekli tartışıldı. Çoğu kişiye göre üzerindeki forma onun için birkaç beden büyüktü. Juventus'un küme düştüğü sezon Buffon kulübe gelmeyi kabul etse muhtemelen Valdes orta ayar bir İspanyol kulübünün yolunu tutardı. Önündeki başarılı savunmanın da yardımıyla başarılı sayılabilecek bir performans gösterdi. Tüm hatalarına ve eleştirilere rağmen takımın üç sene içinde kazandığı iki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunda kaleyi koruyan isimdi. Birçoklarının dileği olsa da bu sezonki başarıların üstüne kulüp kendisine "Git" demeyecektir.

Carles Puyol

Barcelona'nın altyapı cevherlerinden biri daha, yaşayan bir Barcelona efsanesi... 1999'da A takıma çıkma başarısı gösteren Puyol, bundan 7 sene sonra Barcelona'nın Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmasıyla beraber UEFA tarafından Avrupa'nın en iyi savunma oyuncusu seçildi. Forması için savaşan Son Mohikanlardan biri o.

Gerard Piqué

Dün ilk 11'de sahaya çıkan Barcelona altyapısında yetişmiş 7 oyuncudan biriydi Gerard Piqué. Barcelona'da profesyonel takıma yükselemeden Alex Ferguson'un dikkatini çekmişti. Dün geceki en büyük ironi buydu aslında. Geçtiğimiz sezonu Manchester United'de geçiren Pique bir şampiyonluk ve bir Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşamıştı. Bu sezon başında ise 10 milyon Euro karşılığında yuvasına geri döndü Piqué. Hem de ne dönüş... Marquez'in yokluklarında onu aratmadı. Öyle ki Marquez yedekte beklemek zorunda bile kaldı. Kulübün - ki aslında bir kulüpten de ötedir - bu sezonki en büyük kazançlarından biri oldu 1987 doğumlu oyuncu. İddia ediyorum Barcelona'nın Popescu'dan sonra topu oyuna en iyi şekilde sokan oyuncusudur Gerard Piqué. Özellikle Manchester United karşısında oynadığı futbol ile bence gecenin yıldızıydı.

Andrés Iniesta

11 yaşından bu yana Barcelona forması giyiyor Iniesta. Defansif orta saha denince son zamanlarda futbolseverlerin aklına gelen ilk iki isimden biri. Allah vergisi bir top tekniği vardır. Sırf bu özelliği yüzünden her maçta sayısız tekmeye maruz kalır bilekleri. Barcelona'nın her şeyi olan orta sahasının da beynidir aynı zamanda. Xavi ile birlikte girdikleri pas trafiği ile rakiplere korku salıyorlar ki işin bu tarafını sağır sultan bile duydu. Geçen günkü büyük başarıda da imzası büyük. Yarı final maçında son dakikada Chelsea'ya attığı gol ile günü kurtaran adam olmuştu. Kanımca an itibariyle dünya futbolundaki en iyi iki orta saha oyuncusundan biri bu adam. Üstelik daha 25 yaşında...

Xavi Hernandez

1999 yılında EA Sports'un çıkardığı menajerlik oyununda başında bulunduğum takım Barcelona'ydı. Nasıl becerdiğimi hatırlamıyorum ama Barcelona'yı finansal açıdan batırmıştım. Bol transfer yapmaktan olsa gerek... Neyse... Hal böyle olunca kulüp yıldız futbolcuları teker teker satmaya başlamış ve bana da transfer yasağı getirmişti. Ben de çareyi altyapıdan oyuncu çıkarmakta bulmuştum. Xavi ile tanışmam bu yolla olmuştu. Yüzünü bile görmüşlüğüm yoktu. Gerçekte var olduğuna bile kuşku ile bakıyordum ama altyapıdan çağırdığım bu adam harika işler çıkarıyordu. Muhtemelen pek çoklarından önce keşfetmiştim ben Xavi'yi. Sonra bir gün televizyon başında Barcelona maçı izlerken kenarda oyuna girmek için hazırlanan gerçek Xavi'yi görünce bir an kalbim yerinden oynadı. O anki heyecanımı unutamıyorum. Az önce Iniesta'dan bahsederken kendisinin şu an dünyadaki en iyi iki orta saha oyuncusundan biri olduğunu belirtmiştim. İşte bir diğeri de Xavi. Ne mutlu Barcelona'ya ki her iki futbolcuyu da kendi bünyesinde barındırıyor. Çok basit bilek hareketleri ile adam eksilten, maç başına inanılmaz bir pas yüzdesiyle oynayan ve öldürücü paslar atan bu adam hiç şüphe yok ki takımın temel direklerinden biri.

Samuel Eto'o

1998 senesinde Afrika'dan kalkıp Avrupa'nın göbeğine, Real Madrid'e, geldi. Fakat Avrupa Birliği statüsüne uymadığı için Real Madrid yabancı kontenjanını kendisi ile doldurmak istemedi. Yolu ikinci lige düştü. Real Madrid'de toplam 5 maça bile çıkamadan 1999-2000 sezonunda Mallorca'nın yolunu tuttu. Galatasaray UEFA Kupası çeyrek finalinde Mallorca'yı elediğinde kadrodaki oyunculardan biri de Samuel Eto'o'ydu. En parlak günlerini bu takımda geçirdi. Dört sezonda tam 69 gol atınca Barcelona'nın dikkatini çekti. Beş sezondur Barcelona forması giyen Eto'o bu beş sezona tam 120 gol sığdırmayı başardı. İspanya'da pek çok kez ırkçı tezahüratlara maruz kalmış, bu olayların ardından ülkeden ayrılmayı düşünmüştü. Bu sezon sonunda Barcelona ile yolları ayrılacak gibi görünüyordu, ancak ben Barcelona'nın bu rüya takımı bozacağını hiç sanmıyorum. Eto'o da bir şekilde takımda tutulacak isimlerden olacaktır. Olmalıdır da...

Thierry Henry

Fotoğraf her şeyi anlatıyor aslında. Bakar mısınız Henry'nin yüzüne yansıyan çocuksu gülümsemeye. Dünya futbolunun görüp görebileceği en yetenekli isimlerden birisi o. Monaco, Juventus, Arsenal, Barcelona... Avrupa'nın en büyük kulüplerinde oynamış, iki defa FIFA tarafından dünyada yılın oyuncusu seçilmiş, Fransa Milli Takımı ile bir Dünya Kupası ve bir Avrupa Şampiyonası kazanmış, fakat kulüpler bazında henüz bir Avrupa kupası kaldıramamıştı. Futbol hayatının sonbaharını yaşayan Henry için üzücü olurdu herhangi bir Avrupa kupası kaldıramamak. İki defa yaklaşmıştı bu onura... İkisinde de hüsrana uğrayan taraftaydı. İlki 17 Mayıs 2000'de Kopenhag'da Galatasaray'a karşı kaybedilmiş UEFA Kupası, ikincisi ise yine bir 17 Mayıs'da bu kez 2006'da Barcelona'ya karşı kaybedilmiş olan Şampiyonlar Ligi'ydi. Üçüncüsünü de kaybedemezdi Henry... Yaşayan bir futbol efsanesine Tanrı'nın bir kıyağıydı belki de bu... Kazanamadığı başka kupa kalmadı Henry'nin. UEFA Kupası mı? Şampiyonlar Ligi'nden sonra kim takar ki UEFA Kupası'nı?

Lionel Messi

Tartışmasız dünya futbolunun en iyisi o. Henüz 21 yaşında ama neredeyse görmediği başarı kalmadı. Arjantin'e bir Dünya Kupası kazandırmayı başarabilirse - ki bunu yapabileceğine tüm kalbimle inanıyorum - yıllar sonra adının Maradona ile birlikte anılmaması için hiçbir neden yok. Hem bunu yapabilmek için önünde epey uzun bir süre var. Yeter ki Allah ona sağlık versin. İnanın sürekli dua ediyorum bu adamın ayaklarına bir şey olmaması için. Tanrı bizi Messi'yi izleme zevkinden hiçbir zaman mahrum etmez umarım.
Maradona bir futbol tanrısıydı, ona şüphe yok. Ben ve yaşıtlarım ona yetişemedik. Fakat ben Tanrı'nın izleyememiş olanlar için Maradona'yı yeniden dünyaya getirdiğine inanıyorum, Messi adı altında... Aslında bu son söylediğim Messi'ye hakaret olur sanırım. Çünkü o "Ben yeni Maradona değilim, Messi'yim" diyendi kısa bir süre önce. Çok yaşa sen Messi, çok yaşa!

Wednesday, May 27, 2009

Barça: 2 - Manu: 0

Beklenen oldu. Biliniyordu aslında ama resmiyete döküldü akşam itibariyle. Barcelona bütün bir sezon verdiği emeğin karşılığını Avrupa'da taç giyerek aldı. La Liga şampiyonluğu, Kral Kupası şampiyonluğu derken şimdi de üçüncü kez Şampiyonlar Ligi şampiyonu olduğunu ilan etti, "Avrupa'nın en büyüğü benim" dedi. Hem de geçen yılın şampiyonunu ezerek...
Maç Messi ve Ronaldo'yu karşı karşıya getirecek olmasından ötürü de ayrı bir önem taşıyordu. Gönlümün birincisi belliydi ama bunun da resmiyete dökülmesi gerekiyordu anlaşılan. Karşılaşmaya Manchester United başladı ve yaklaşık 3 dakika Barcelona topu göremedi. Bunda maça hızlı başlamış olmak ve orta alanda baskıyı önde kurmanın da etkisi vardı. Henüz ilk dakikada golü bulup rüya gibi bir başlangıç yapabilirdi MANU. Ronaldo kazanılan serbest vuruşta kaleci Valdes'i zorlasa da topu kale çizgisinden öteye geçiremedi. İlerleyen birkaç dakikada Ronaldo çok uzak mesafelerden iki şut daha çıkardı rakip kaleye. Anlaşılan oydu ki Ronaldo bu maçta kendisini düşünecekti, takımı ikinci planda kalacaktı. Manchester United'in maçı kaybedeceğine o anda kanaat getirdim. Neyse ki dakikalar 10'u gösterdiğinde Barcelona kaleyi ilk yokladığı pozisyonda golü buldu.
Iniesta orta alanda aldığı topu sürdü, sürdü, sürdü ve Eto'o'ya çıkardı. Ceza alanının sağında topu alan Eto'o, Vidic'den çok şık bir hareketle sıyrıldı ve Van Der Saar'ı avladı. Barcelona rakibinin temposunu kırmış, dizginleri de eline almıştı. Sonraki 35 dakikada pek fazla şey görmedi futbolseverler. Her iki takımın orta saha oyuncuları maçı o bölgede kilitlediler.
Karşılaşmanın ikinci yarısında Ferguson'dan bir hamle bekliyordum. Yaptı da... Yaptı ama yapmış olduğu hamle intihar demekti. İlk yarıda Barça orta sahasındaki pas trafiğini kesen adamlardan biri olan Anderson çıktı ve yerine Tevez girdi. Anlaşılan Ferguson orta sahadaki hakimiyetinden vazgeçmek istiyordu. Yılların teknik adamından böyle bir hamle görmek futbolu en az bilen adamı bile şaşırtırdı. Bu hamleyi yapan bir adamın bu sezon Barcelona'yı hiç izlememiş olması gerekirdi. Hoş, Bülent Korkmaz bile yapmazdı bu hatayı.
Barcelona ikinci yarının ilk beş dakikasında MANU kalesini dövmeye başladı. Xavi'nin direkten dönen ve Henry'nin sol çaprazdan Hollandalı'ya nişanladığı iki top tehlikenin yaklaştığını haber veriyordu adeta. Manchester United'in cılız atakları kanımca maçın en iyisi olan Pique tarafından kesildikçe Kırmızı Şeytanlar'da gerilim arttı. Ronaldo, Puyol ile girdiği her mücadelen mağlup ayrılınca gerçek kimliğine bürünüp çirkefleşti. 70'de ise Tanrı'nın Maradona'yı seyretme fırsatı bulamamış olanlara bir lütfu olan Messi sahneye çıktı. Xavi'nin muazzam ortasına kısa boyu ile zıpladı ve belki de dünyanın en uzun kalecisi olan Van Der Saar'ı avladı. Gol sevinci için köşe gönderine doğru yol alırken ayakkabısını çıkardı, öptü. Bir an için Ronaldo'ya doğru fırlatmasını istemedim değil...
Barcelona bu sezon gerçekten bu kupayı hak etmişti. Harika başlayan ve öyle devam eden sezonun finalini bu şekilde yapmalıydı. Messi, Eto'o, Henry, Xavi, Iniesta, Puyol, Alves... Hangi birini sayayım ki... Başta Pep Guardiola olmak üzere hepsi hak ettiler bu büyük başarıyı. Manchester United'i de yok saymamak gerek tabii. Tam 25 maçtır Avrupa'da kaybetmeyen bir ekipten bahsediyoruz. Saygı duymamak elde değil tabii ama hiçbir zaman iki kazanan birden olmaz. Geçen sezonun kazananı olmaları onların şu anki tek tesellileri olmalı.
Bir de Messi-Ronaldo kapışması var sanırım. Ne diye kapıştırırlar bu adamları onu da anlayabilmiş değilim. Fark ortadaydı zaten, bugün biraz daha açıldı. Ronaldo, Rooney ile birlikte Manchester United'den nefret etmem için iki sebepten biri. Bugün kaybetti, kaybettikçe çirkefleşti, onu o halde gördükçe ben mutlu oldum. Sevmiyorum bu adamı, hatta nefret ediyorum. Mutluyum, çünkü kaybetti; daha da mutluyum, çünkü Messi'nin takımına kaybetti. Ondan geriye de sadece bu fotoğraf kaldı.

Sunday, May 24, 2009

Elveda Bay Milan


Benim dünya ya gözlerimi açtığım yıl Milan taraftarlarının Cessare'nin oğlu olarak tanımaya başladıkları Paolo 20 Ocak 1985'de Serie A'da ilk maçına çıktı. Ve o günden bu yana geçen 25 yıl Avrupa'nın en büyük kupalarını kazanarak kulübüyle birlikte büyüdü Maldini. Geçen yıllar ve kazanılan kupalar ona öyle bir saygınlık kazandırmıştı ki Milan tarihinin en önemli kaptanlarından biri olan baba Maldini artık Paolo'nun babası olarak anılmaya başlamıştı. Bu manken fizikli, lastik gibi esnek bilekli, en teknik orta saha oyuncusunun bile atamaycağı incelikte pasları atan ama buna rağmen bir o kadar da sağlam yapıya sahip adam; öyle bir lider karaktere sahipti ki Milan'da Başkan Berlusconi kadar sözü dinlenirdi. Ona taraftarlar boşuna Bay Milan adını takmadı. Maldini futbol yaşamı boyunca 7 Serie A şampiyonluğu, 1 İtalya Kupası, 5 İtalya Süper Kupası, 4 Şampiyon Kulüpler Kupası (4 de finalde kabetti), 4 Avrupa Süper Kupa, 2 de Kıtalar Arası Dünya Şampiyonluğu kazandı. Maldini'nin benim hayatımdaki yeri gerçekten çok ayrı olmuştur. 10 yaşımdayken ilk formamı almak için babamla birlikte formacıya gittiğimde herkesin tercih ettiği Del Piero, Ronaldo, Zidane, Möller, R.Baggio gibi futbolcuların formaları dururken benim gözümdeki ve gönlümdeki forma 3 numara ve kırmızı siyah çubuklu olandı. O formayı aldığım gece formamla yatmış 1 hafta üzerimden çıkartmamıştım. Hep ona özendim, hep onun gibi oynamaya çalıştım, saçımı onun gibi uzattım, hep 3 numaralı giysiler ve formalar giydim. Benim herkes gibi hücum oyuncularına değil de defans oyuncularına olan hayranlığımın en büyük sebeplerindendir Il Capitano. Rahmetli Fachetti ve Carlos dost kusura bakmasın ama bence gelmiş geçmiş en büyük sol bek bu hafta futbol hayatını sona erdiren Paolo Maldini'dir. Onun kalplerde bu kadar yer etmesinin en büyük sebeplerinden biri de kapitalist futbol düzeninin çarkına hiç yenik düşmeden başladığı kulüpte futbolu bırakmasıydı şüphesiz. Onun gibi gerçek futbol efendilerinin gelecekte de çıkmasını diliyor ve Il Capitano, Bay Milan'a, veda ediyoruz. 3 numaralı formasını tekrar sahalarda görmek için de oğlu Cristian'ın büyümesini dört gözle bekliyoruz.

Şimdi Sen Gidiyorsun Ya...

AC Milan'ın yaşayan efsanesi Paolo Maldini bugün oynanan ve 3-2 Roma'nın üstünlüğü ile sona eren maç ile birlikte San Siro'ya veda etti. Futbolun amatör ruhluları onu çok özleyecek.